Son günlerde İsrail’in Gazze’ye yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Özellikle su bekleyen çocukların yaşamını yitirmesi, trajedi boyutunu daha da derinleştirdi. Filistin topraklarında yaşanan bu olaylar, İsrail hükümetinin açıklamalarıyla daha da karmaşık bir hal aldı. “Arıza” savunmasıyla yapılan açıklamalar, hem vicdanları sızlatıyor hem de uluslararası hukuk açısından ne denli sorgulanabilir olduğunu gözler önüne seriyor. Peki, bu katliam dün halk baskıları ne kadar etkili oldu? Bu sorulara yanıt ararken durumun ciddiyeti bir kat daha artıyor.
İsrail ordusu, su bekleyen çocukların ölümüne yol açan saldırılara ilişkin “arıza” açıklaması yaparak, bombaların yanlışlıkla hedeflere ulaşmadığını, bir teknik hatanın kurbanı olduklarını öne sürdü. Bu açıklama, hem Filistin’de hem de uluslararası kamuoyunda büyük bir tepkiye yol açtı. Birçok insan hakları örgütü, bu tür bir mazeretin, savaş suçlarının ve insanlığa karşı işlenen suçların üstünü örtmek amacıyla yapıldığını savunuyor. Öte yandan, sosyal medyada etkin bir şekilde yer alan kampanyalar, bu tür saldırıların durdurulması için yapılan çağrılara büyük bir destek sağladı. İsrail yönetiminin savunma hattındaki bu ciddiyetsizlik, insan yaşamına dair bir kaygısızlık olarak değerlendirildi.
Buna ek olarak, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlar, olaylarla ilgili araştırma başlatılması için ciddi baskıları artırdı. Olayın ardından birçok ülkenin hükümet temsilcileri, basın açıklamaları yaparak İsrail’in bu tür eylemlerini kınadılar. Bu noktada, kamuoyunun konuya olan duyarlılığı, diplomatlar ve hükümet yetkilileri üzerinde baskı oluşturdu. Olay, hâlâ taze olan Avrupa ülkelerindeki mülteci krizine dair tartışmaları da alevlendirmiş durumda. Yetersiz bir şekilde yanıtlanan insani dram, uluslararası alanda dikkat çekici bir mesele haline geldi.
Filistin topraklarında, çocukların hedef alınması insanlık açısından kabul edilemez bir durum olduğundan, pek çok insan hakları aktivisti mücadelelerine devam ediyor. Ulusal ve uluslararası düzeyde yapılan tepkiler, bu tür olayların bir daha yaşanmaması için birer uyarı niteliği taşımakta. Çocukların ve sivillerin hedef alınması, sadece İsrail - Filistin çatışması bağlamında değil, global bağlamda da önemli bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır. Tüm bu bağlamda, katliamların önüne geçilmesi ve insani yardım çalışmalarının hızlandırılması için global bir dayanışma şart.
Sonuç olarak, su bekleyen çocuklara yönelik gerçekleştirilen bu vahşet, insanlık adına derin bir yaradır. “Arıza” açıklaması gibi savunmalar, katliamın görünümüne biraz olsun mantıksal bir zemin sağlamaya çalışsa da toplumda büyük bir infiale yol açmıştır. Dünya genelinde barış için daha etkin mücadele ve iş birliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Esas soru, bu durumu ne zaman sona erdirebilecek ve bu tür insanlık suçlarının önüne geçebileceğimizdir. Çünkü birer masum birey olan çocuklar, sulh ve huzurun simgesi olmalıdır. Onların geleceği, tüm insanlığın geleceğinin de yansımasıdır.