Durmuş Dede, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde zanaat alanında pek çok genç ustaya ilham olmuş, ancak kendi hikayesi ve yaşamı, onun bu mesleği nasıl sahiplenip, yaşatmaya çalıştığını gözler önüne seriyor. 75 yaşındaki Durmuş Dede, İstanbul’un şehir hayatının yanı başında, kadim bir zanaatın son ustası olarak varlığını sürdürmektedir. Eşyalarını kendisi yapan, geleneksel yöntemlerle ustalığını gösteren Durmuş Dede, daha genç yaşlarından itibaren zanaatının inceliklerini öğrenmiş ve bu sanatı, nesilden nesile aktarmaktan büyük bir mutluluk duymaktadır.
Durmuş Dede, 1948 yılında bir köyde dünyaya geldi. Küçüklüğünden beri ahşap işçiliğine ilgili oldu. Babası, köydeki ustalığıyla tanınan bir marangozdu ve bunun doğal bir sonucu olarak, zanaata olan merakı hızla gelişti. İlk aletlerini eline aldığında, sadece bir çocuktu. Ancak en büyük hayali, babası gibi bir usta olmaktı. Yıllar geçtikçe, ustasının yanında çalışarak sadece teknikleri değil, aynı zamanda zanaatın ruhunu da öğrendi.
İlk iş yeri, köydeki küçük atölyesiydi. Yıllar sonra, Durmuş Dede, birikimiyle kendi atölyesini kurarak İstanbul'a yerleşti. Burada, çeşitli ahşap ürünler yapmaya başladı. Zamanla kendine has bir tarz geliştirdi; el işçiliği ve estetik anlayışıyla işlerini öne çıkardı. Bugün, her biri benzersiz olan eserleri, müze niteliğinde değer taşımaktadır. Zamanın hızına ayak uydurmakta zorlanan pek çok insan varken, Durmuş Dede hala geleneksel yöntemler kullanarak eserler yapmaya devam etmektedir.
Durmuş Dede, sadece bir zanaatkar değil, aynı zamanda bir öğretmendir. Atölyesinde, gençleri bu geleneksel zanaate yönlendirmek için elinden geleni yapmaktadır. Her yıl birçok öğrenci, onun kapısını çalarak bu değerli bilgileri edinmek istemektedir. Durmuş Dede, gençlerin zanaata olan ilgisinin azalmasından dolayı üzülse de onlara bir umut ışığı olmaktan gurur duymaktadır. Gençlerle geçirdiği zaman, onun en keyif aldığı anlardan biri olarak dikkat çekmektedir. Bu, sadece teknik bilgi vermekle kalmayıp; aynı zamanda yaşam felsefesi ve zanaat aşkını da aşılamakta olduğunu göstermektedir.
Öğrencilerine, ahşap işçiliğinin sadece bir iş olmadığını, aynı zamanda bir tutku ve yaşam tarzı olduğunu öğretmektedir. Her bir parçayı yaratırken, ona ruh katmanın önemini vurgulamakta; her işin ardında bir hikaye olduğunu belirtmektedir. Bu yaklaşımı, öğrencilerin zanaate olan sevgisini artırmakta ve onları bu mesleğe adım atma konusunda cesaretlendirmektedir.
Durmuş Dede’nin felsefesi, her bir zanaatkarın yapması gereken şeyin, sadece el becerilerini geliştirmek değil, aynı zamanda kalp ve ruh ile bir eser ortaya koymak olduğudur. Bu bakış açısıyla yetiştirdiği öğrencileri, belli bir süre sonra kendi atölyelerini açarak, ustasının izinden yürümeye başlamaktadır. Bu, Durmuş Dede’nin en büyük başarısı sayılmaktadır, çünkü başarı sadece kişisel değil, toplumsal bir miras bırakabilmektir.
Yüzyıllar boyu süren gelenekleri yaşatmanın önemini kavrayan Durmuş Dede, zamanla değişen şartlar ve gençlerin hızla ilerleyen teknolojiyle olan ilişkilerinin bilincindedir. Ancak o, her zaman geleneksel el işçiliğinin yerini alacak olan herhangi bir makinenin, insan ruhunun yansımasını veremeyeceğini savunmaktadır. İşte bu nedenle, zanaatının her aşamasına duyduğu sevgi ve saygısını öğrencilerine aktarmakta kararlıdır.
Bütün bu başarıları ve yaşam hikayesiyle Durmuş Dede, sadece bir zanaatkar olarak değil, aynı zamanda bir yaşam mimarı olarak da öne çıkmaktadır. Onun hikayesi, zanaatın sadece fiziksel bir ürün değil, aynı zamanda kültürel bir miras olduğunu bizlere göstermektedir. Bugün kendisi, sadece bir yaşlı dede değil, yaşamı boyunca öğrettiği değerlerle zanaatın son temsilcisi konumundadır. Her geçen yıl, Durmuş Dede'nin hikayasi ve yaptığı eserler, zanaatın ölümsüzleşmesine katkıda bulunmaktadır. Geçmişi analog zanaatlar ile geleceği modern teknikler arasında bir köprü kurarak, bize ilham vermeye devam ediyor.